10 Kasım Kompozisyon Birinciliği Kazanan Öğrencimizin Yazısı

11.12.2012 1397

 

 

kompozisyon

 

 

 

 

 

 

 

BİR FİNCAN SICAK ÇİKOLATAYLA ATATÜRK ZİYAFETİ

 

                Diyelim ki dayalı döşeli bir evin var. Evdeki bütün eşyaların son teknoloji ürünü. Evinin kocaman bir balkonu var. Öyle de bir manzarası var ki... Yaşadığın şehir ayaklarının altında. Bir gün çıkmışsın balkona bakıyorsun manzaraya. Muhteşem! Üşüdün mü? Öyleyse geçersin içeri balkon kapısını sımsıkı kapatırsın. Açarsın klimanı da oh!

                Haydi, git ve kendine bir sıcak çikolata yap, için ısınsın! Kitaplığından bir kitap seçip kuruluyorsun yumuşak koltuğuna. Kuş tüyünden mi koltuğun, pamuktan mı? Kitabın kapağını açıyorsun ve çikolatandan küçük bir yudum alıp kitabın kapağını açıyorsun. Elinde tuttuğun Atatürk'le ilgili yazılmış binlerce kitaptan bir tanesi.

                Birkaç tane çocuk kaybetmiş Zübeyde ve Ali Rıza'yla başlar öykü. Ardından evlerine mutluluk getiren mavi gözlü Mustafa adında bir çocukla devam eder. Mustafa'nın çocuk yaşta babasını kaybedişi, çok sevdiği okulundan ayrılışı, dayısının çiftliğinde kovaladığı kargalar...

                Koca bir yudum daha alırsın çikolatandan. Kim bilir şimdiye dek kaç kez okuduğun bu öykünün bilindik olaylarını bir kez daha okumak için çevirirsin sayfayı. Askeri ortaokul, lise ve akademi yılları bir daha canlanır kafanda. Sana çok uzak, bir başkasının rüyası gibi geçer kafandan bu olaylar. Belki kendince bir kurgu oluşturursun. Hatta belki onun yerine kendini baş kahraman yaparsın.

                Bir yudum daha çikolata... Varlığı tehlike arz eden ve ölmesi için birçok cepheye gönderilip tehlikeli görevler verilen bu adamı tekrar okursun. Sahi sen niye şimdiye dek binlerce kez okuduğun bu öyküyü okuyorsun ki? Belki de yazarın üslubu farklı gelmiştir.

                Bir yudum daha alırsın çikolatadan ve şimdi o Kurtuluş Savaşı'nı başlatan adamdır. Daha fincanını yanındaki sehpanın üzerine koymadan idam kararını tutuştururlar kahramanın eline, bir küçük yudum daha alırsın.

                Az sonra onu tutuklamak için gelen komutanın –ve aynı zamanda onun en yakın arkadaşının- "Askerlerim ve ben emrinizdeyiz komutanım!" deyişini okursun. Sanki sen yaşamışçasına gururlanırsın ve kitabı bir süreliğine sehpanın üzerine koyup çikolatanı alırsın eline. Yumuşak koltuğunda arakana yaslanırsın, gurur taşıyan bir tebessümle kocaman bir yudum alırsın.

                Artık sırayla gelir devamı. Eğer elindeki fotoğraf ve resimlerle anlatan bir kitapsa bir sayfasında çok kez gördüğün kahramanın kar üstünde yatan resmini görürsün. Ardından ölmek üzere olan "Hasta Adam"ı diriltişi ya da başka bir ifadeyle sönmüş bir ateşin küllerinde yepyeni bir ateş yakışı, cumhuriyeti ilanı, yaptığı devrimler...

                Fincanın yarısına gelmiş ve soğumaya yüz tutmuş çikolatandan bir koca yudum daha alırsın. Tam buralarda bir şey dikkatini çeker. Kendine sorarsın: Bu adam neden farklı zamanlarda birbirinden çok zıt görüşlere yer vermiş? Yorum yapmak istersin ama önce kitabın tamamını bitirme kararı alısın.

                Kitabın bu bölümünde devrim, devrim üstünedir artık. Her yuduma bir devrim düşer. Bu devrimler sürüp giderken o adamın aslında ne kadar da bunaldığını manevi kızı Afet'e "Gidelim, Afet! Ormanda küçük bir kulübede yaşayalım. Hele ben bir iyileşeyim de..." deyişinden anlarsın.

                Evet, artık o hasta bir adamdır. Şimdi senin her yudumuna bir yenilik, bir hastalık düşecektir.

                Çikolata bitmek üzere artık. Bir yudum daha alırsın kahraman yatakta, bir yudum daha alırsın komutan çok hasta, bir yudum daha alırsın Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı ölmek üzere ve bir yudum daha aldığında çikolata biter ve kurtarıcı ölmüştür. "Hasta Adamı" yeniden dirilten adam kendi hastalığını yenememiştir. 10 Kasım'dır tarihlerden, saat dokuzu beş geçiyor. Aslında dünyadan bir Atatürk geçiyor...

                Kitabı kapatırsın ve üzerine düşünmeye başlarsın. Atatürk'ü anlamaya hatta eleştirmeye kalkarsın. Eleştirme! Çünkü sen o şartlarda yaşamadın.

                Çünkü sen küçük yaşta babanı kaybetmedin. Okuldan ayrılmak zorunda kalmadın. Çeşit çeşit savaşlara katılıp tehlikeye girmedin. Ölümle burun buruna gelmedin. Sen altı asırlık bir devletin yıkıklarından yeni bir devlet inşa etmedin.

                Karın üstünde yatmadın. Biliyor musun, bilmem. "Karın üstünde yatmamıştır, koskoca komutan karın üstünde mi yatar?" diyenler var. Yatmıştır, yatmamıştır bilemezsin. Fakat bu önemsiz ayrıntı tüm yaptıklarını siler mi?

                Şimdi seni kimse suçlayamaz bunları anlayamıyorsun diye. Çünkü sen o durumda yaşamadın. Anlaman gereken şu ki bunları anlayamamanı bile ona ve onun önderliğine borçlusun.

                Ne dersin bu kadar yeter mi? Karnın mı acıktı? Haydi, kalk yalnızca kuş sütü eksik kalacak kadar güzel bir sofra kur kendine! Afiyet olsun...

 

Afife Metin

     12C